Süren G.Saray'a yine başkan olsaydı

G.Saray'a UEFA Kupası'nı kazandıran takımı kuran eski başkanlardan Faruk Süren, Canaydın'dan, teknik direktör adayına kadar sarı kırmızılı takımla ilgili çok değişik konulara değindi.

Süren G.Saray'a yine başkan olsaydı
Süren G.Saray'a yine başkan olsaydı
GİRİŞ 16.05.2007 21:20 GÜNCELLEME 16.05.2007 21:20
Galatasaray'ın Efsanevi başkanı Faruk Süren'in, Hülya Okur'a HaberX için verdiği röpörtajda, aileden iş hayatına, spordan siyasete ve Fenerbahçe'nin şampiyonluğuna herşey konuşuldu. İşte bazı başlıklar: Bu liglerde üçüncülük, sonunculuk demektir... Ben olsam Galatasaray'a uluslararası tanınmış antrenör getirir yanına Bülent Korkmaz’ı koyardım... Sn. Özhan Canaydın’da iktidar olabilmek için çok ince bir zeka var...  Yöneticilik, “hadi arkadaşlar!”, “hadi çocuklar” gibi beylik laflarla motive etmek değildir... Kaybettiğimiz şirketler arasında, Tezsan, Comag Madencilik, Olmuksa, Akkardan, Anadolu Çimentoları, Knorr... Fransa’nın uyguladığı yarı başkanlık sistemi,  Galatasaray’ın uyguladığı tam başkanlık sistemi…






 
Babanız Sn. Fuat Süren’in “Bir zengin mahkûmdur hayır demeye. Hayır demezse zengin kalamaz” sözüne rağmen bizimle söyleşmeyi kabul etmenizden dolayı teşekkür ederim.




HÜLYA OKUR-Burjuva bir aileye doğdunuz. Boğazda bir villa’da geçirdiniz çocukluğunuzu. Peki babanızın zenginliğini ilk ne zaman hissettiniz? İşçiler, hizmetliler ve çalışanlarla aranıza bir farklılık dokusu ördünüz mü?

FARUK SÜREN-Yani tabi o işin içine doğmuş olduğum için ilk önce çok küçükken sanki doğalmış gibi geliyor bu. Bilgisiz bir şekilde geliyorsunuz. Dünyadan haberiniz yok bir ortama doğuyorsunuz. İşte evde yardımcı var. İyi bir ortamdasınız. Ama ondan sonra işler biraz ilerleyince, yaşlar da biraz ilerleyince, fark anlaşılıyor. Farklı bir konumda olduğunuzu, en azından maddi olarak avantajlı olduğunuzu, tabi entellektüel seviyede anlıyorsunuz. Şu var ki benim ebeveynlerim, annem olsun, babam olsun, o farka uygun yetiştirmediler. Esasında beni son derece mütevazı yetiştirdiler, bu sürekli olan bir şey. Bu seviyeyi hak etmek lazım, çalışmak lazım, bu seviyenin içine doğmuşsanız bunun görevleri vardır. Onu yapmanız lazım. Mesela ben hatırlarım annem, ilkokula başlamadan önce bir sürü okulları gezdi, öğretmenlerle konuştu, özellikle de o zamanın üstün tabakasının veyahut varlıklı tabakasının gitmiş olduğu seçkin kolejler veyahut ilkokullara göndermedi. Normal bir devlet ilkokuluna yolladı. Çünkü oradaki öğretmeni beğendi. O da Namık Kemal İlkokuludur Fındıklı da.


HÜLYA OKUR -Babanız Süryani, babaanneniz İtalyan ve anne tarafınız Boşnak. Birçok alim ve bilgin yetiştirerek, bölge medeniyetine yön veren Süryanilik mi, inat, sabır ve gurur üçlemesine sahip Boşnaklık mı, muazzam bir zerâfetle dimdik durabilen İtalyanlık mı, sizin genlerinizde hüküm sürüyor?


FARUK SÜREN- Valla hepsinin bir payı var. Hepsinden bir pay aldık tabi muhakkak. Ondan sonra dedem İslâm’a dönüyor tabi malum. Annem Boşnak, onun babası ve annesi de Boşnak. Babaannem İtalyan. -Bizim büyüme çağımızda annem, babam çok seyahat ederlerdi. Anneannem ve büyükbabam ayrılmışlardı. Daha çok babaannem bizimle ilgilenirdi.- Tabi onun muhakkak yaşam tarzı bakımından etkisi var. Büyük dayılarımın çok tesiri oldu, çünki babaannemin abisi vardı Alexander adında. O, İstanbul Umum’un Genel Müdürü idi. Assicurazioni Generali, yani İtalyanların önemli bir sigorta grubunun Genel Müdürü idi. O zamanlar yabancı müteşebbisler Türkiye’de kendi isimleriyle yatırım yapamıyorlardı. İlla Türk ismi olması gerekiyordu. Onun için İstanbul Umum Sigortayı kurmuşlardı. Burada Genel Müdür olan dayım da, gayet şık giyinen, Son derece de tutumlu yaşayan bir insandı. O zamanlar tramvay vardı İstanbul’da. Taksimde otururlardı. Şirket ise Bankalar Caddesi’nde, Karaköy’de idi. O zaman oraya tramvayla gidilirdi. Ben gayet iyi hatırlıyorum, bir kırmızı vagonlar vardı, bir de yeşil vagonlar. Yeşil vagonlar ikinci sınıftı, Kırmızı vagonlar ise birinci sınıftı. Kırmızı vagonların oturma yerleri derimsi bir malzemeyle kaplanmıştı, Öbürlerinde de tahta oturma yerleri vardı. Fark ise, bir tanesi 10 kuruşsa, öbürü 5 kuruş veya 7,5 kuruş idi. Sorardık, biz böyle, onun tutumluğunu çok iyi bildiğimiz için; “neden derdik, yeşille gidiyorsun da kırmızıyla gitmiyorsun?”diye.”-Aynı zamanlarda varıyorlar evladım.” Diyordu.


HÜLYA OKUR– Çok doğru! hep aynı saati gösteren saatler gibi. Anneniz hukuk mezunu, sonra da mimarlık bitirmiş. Hukuk okurken sizi doğurmuş. Siz daha annenizin karnındayken mahkeme salonlarında geziniyormuşsunuz. Mahkemeler, annenizin sizi tuttuğu fanusun üzerine tekrar çatı olarak bugüne değin sizi korudu diyebilir miyiz?


FARUK SÜREN- Yani anneler yavrularını her zaman korurlar tabi muhakkak. Onun ötesinde annemin karnındayken ben de Hukuk Fakültesindeydim. Ondan sonra annem, stajını yaparken de mahkeme salonlarındaydım. O zaman tabi çok daha küçük İstanbul. Oralarda geziyordum. Tabi o koruma var muhakkak. Şimdi biz onları koruyoruz. Bizim onları koruma zamanımız geldi yaşlarından dolayı. Anne, baba her zaman evladını korur.


HÜLYA OKUR- Sorum şu anlamdaydı biraz. Mahkeme sizin ilk çatınızdı. Mahkemeler sizi yuvanız gibi korudu mu, çıkarlarınızı koruyucu tavrı oldu mu? Adaletle aranız nasıl?


FARUK SÜREN- Evet genelde benim Türk Adaletinden bir şikayetim yok. Girdiğimiz davaların(davalık olmak istemiyoruz ama..) adil sonuçlandığına inanıyorum, çoğunu da kazanıyoruz. Netice de o önemli lafı da hiçbir zaman unutmam, babamın lafıdır: ”En kötü anlaşma, en iyi mahkeme kararından daha iyi olabilir.” Dolayısıyla her zaman uzlaşmadan yanayım. Mahkeme en son çare. Sistem çalışıyor. Sistem’in iyileşmesi için, gayret göstermemek mi lazım? Gayet tabi göstermek lazım. Sistem hakim veyahut savcıların yetersizliğinden dolayı değil, onlara sunulan imkanların yetersizliğinden dolayı çalışmıyor. Yoksa o insanlar büyük bir özveriyle, çok kısıtlı şartlar altında görevlerini yerine getirmeye çalışıyorlar, evrensel hukuk anlayışını tatbik etme bakımından.


HÜLYA OKUR -Babanız Fuat Süren’in aşık olduğu bir kadından yıllar sonra Melisa adında bir kızı olduğu ortaya çıktı ve hiç tereddütsüz bu kızı, ailenize kattınız. Bu kabulleniş, bir aşk gerçeğini bilmekten mi geçiyordu? Soyluluktan mı? Babanızı çok seviyor olmanızdan mı?


FARUK SÜREN- Hepsi de var bunun içinde. Kardeşim de, ben de aşk çocuğuyuz, çünki evlilikleri yeniyken doğduğumuza göre kesinlikle aşk çocuğu olmamız gerekiyor. Ama neticede Melissa’da muhakkak bir aşk çocuğu. Bir vaka olmuş, babam bir kadınla beraber olmuş, buradan bir çocuk peydahlanmış. Bunu inkar etmek abesle iştigal. Çünkü çocuk orada, canlı! Üstelik babam da diyor ki; “benden”. Nüfusuna da kaydediyor. Bunu inkar etmek saçmalık. Dolayısıyla gayet asil, normal bir tavırla bunu kabullenmeniz lazım. Sizin de dediğiniz gibi, siz bunu yüreğinize sindiremiyorsanız ki, kardeşim sindiremiyor sadece babasına olan sevgi ve saygısından dolayı; çünki babasını mutlu edecekse, Allah gecinden versin, babasını bir müddet sonra kaybedecek, onun vicdan azabını çekmemesi bakımından, kabullenmekte bence ancak ve ancak fayda vardır.

HÜLYA OKUR -Eşiniz Hatice Süren, sizi toplantılarınıza nasıl hazırladı? Sizinle tribünde yan yana oldu mu? Ordunuzun başındayken komutan eşliğini nasıl yürüttü? Kızınız Yelda Elmas ve diğer çocuğunuz. Faruk Süren, iyi bir iş adamı ve yönetici olduğu kadar iyi bir babadır diyebilir miyiz?



FARUK SÜREN- Eşim her zaman bana destek oldu. Bunu söylemem lazım. Bir çok fikirlerde ayrı düşüyorsak da, bazı bazı, fakat o da sağlıklı bir alışveriştir zaten. Tartışılabiliyor, hiç olamazsa oradan iyi bir sentez çıkabiliyor. Ancak genelde ve özellikle Galatasaray Başkanlığı yaptığım zaman beni çok destekledi, her zaman yanımda oldu. Çocuklarıma iyi baba mıyım? Ben iyi bir baba olduğumu zannediyorum ama tabi bu soruyu onlara sormak lazım. Beni nasıl görüyorlar? Ben elimden geldiği kadar sevgi bazlı ortamı onlara yaratmaya çalıştım. Hala da yaşatmaya devam ediyorum. Benim için sevgi esastır. Özellikle onların mutlulukları benim için en büyük mutluluktur.


HÜLYA OKUR -Turgut Özal’ın “Kastelli gitti Meban da giderse hükümet düşer” diye telefon açtığı babanız Fuat Süren, halktan para toplayan finans kuruluşu Meban’ın borçların ödeme kararı alınca iflasın eşiğine gelir. Sizde havuzdan su çekilmesine izin verirken tamamını kaybetmeyi babanız gibi bir nedene bağlayabilir misiniz? Zira sahibi olduğunuz Transtürk’ün 13 şirketinden bir çoğunu kaybettiniz.


FARUK SÜREN- Daha fazlasını kaybettik. Çünkü kaybettiğimiz şirketler arasında, Tezsan, Comag Madencilik, Olmuksa, Akkardan, Anadolu Çimentoları, Knorr.. bir sürü ticari şirketimizi elden çıkarttık. Bu bir tutum meselesi. Çok da tartıştık, çünki o zamanın rakamlarıyla 130 milyon dolar alacaksınız(tabi yıl 1982). Şu anda milyar doları geçer. Öyle bir taahhüdü üstlendik ailece. İşte onu ödeyebilmek içinde hem nakit rezervlerimizi, hem de duran varlıkları elden çıkartmak mecburiyetinde kaldık, ve ödedik neticede. Çünkü o zaman tartıştık ve dedik ki: Meban’ın hizmet verdiği bireysel yatırımcılarla bizim kefaletimiz, 130 milyon dolara varan bir kefalet değildi. Belki bizim kefaletimiz hepsini toplasak 4 milyon dolardı. O 4 milyon doları rahatlıkla öderdik ve bize de hiçbir şey olmazdı. Dolayısıyla diğer, bizim taahhüdümüzü almamış ama babamın dediğine göre bizim ismimiz olduğu için oraya müracaat etmiş kişilere: ”onurumuzu biz yediremeyiz, Paradan daha önemlidir onurlu kalmak.” Dolayısıyla biz bu taahhüdün altına girdik. Ben de aynı fikirdeyim. Çünkü neticede söz esastır. Muvaffak olabilir, başarısız olabilir. Başarısızlığı da bir başkasında aramamak lazım.Kendinde aramak lazım. Neticede toparlanabilir. Yeter ki onuruyla devam edebilsin.


HÜLYA OKUR -'Hayali ihracatçı' , “vergi kaçakcısı” , 'Teşekkül halinde kaçakçılık' gibi ithamlara maruz kaldınız. Zenginliği bedeli hep böyle ağır mı ödenir? Yada küpten taşan altınlar, insanların yüzüne sarı ışık vururken, tüm kusurlarını açığa mı çıkarır? Yani sizin iş dünyasında yaşadığınız talihsizlik, ünlü olmanızla ne kadar büyüdü?


FARUK SÜREN- Tabi hayali kaçakçılık, vergi kaçakçılığı bunlar maksatlı yapılmış iftiralardır. Başarının, altının sarısından veya fazla ünlü olmanın yanlış yaptığı şeylerin açığa çıkması değil, çünkü biz yanlış bir şey yapmadık. Biz doğru şeyler yaptık. Fakat neticede böyle bir organizasyonun içine istemeyerek de düşmüş olabiliriz. Bizde bir kusur olmadığını Danıştay bir kararında teyit etti. Hala dava sürüyor. Bu konuya fazla girmek istemiyorum. Fazla irdelememek lazım. Yanlış anlaşılır.


HÜLYA OKUR - “İşe giderken takım elbise giyerim ama tatil günlerimde spor giyimi tercih ederim. Hafta sonları kot pantolon giyerim.” Diyorsunuz. Peki kendinizi şıklaştırmak, gözleri üzerinize çekmek dışında, rehavete kapıldığınız, salaşlaştığınız, çizgili pijamalarla gezdiğiniz, saça sakala karıştığınız olur mu? Oldu mu?


FARUK SÜREN- Tersten başlayım. Bir kere sakalımla, saçlarım hiç karışmaz. Çünkü hiçbir zaman tıraşsız gezmem. Bazı arkadaşlarımda görüyorum. Mesela Pazar günü tıraş olmayıp dinlendiriyorum cildimi diye yorumluyorlar. Cildi dinlendirecek bir sürü krem var. Bir kere sakalı, düzenli bir şekilde bırakırsanız o başka bir şey. Veyahut var ya o kirli sakal dedikleri, onlarda her gün tıraş oluyorlar. O da ayrı bir şey. O bir “genre” meselesi. Ama başıbozuk bir şekilde sakalsız gezmem. Saçlarımda fazla darmadağınık değildir. Fakat özellikle yapılan bir şey değil. Özellikle ben şık giyinip, şöyle olayım diye bir çaba içinde değilim. O bir stil. Ben o stili benimsemişim belki büyük dayımdan gelen bir şey. İşe giderken ciddi olmak lazım. “Dresscode” dedikleri giyim tarzı vardır. Kravat takmak lazım. Belki demode, bir sürü genç başarılı insanı görüyorum, Kravat takmıyorlar, yakası açık gömlekle gideiyorlar işe. Hatta New York da dahil Cuma günü serbest giyim günü ilan ederler, Kot pantolon, kadife pantolon, açık gömlek ve kravatsız olarak büroya gelirler. Belki bir stildir. Buna da uyarım. Açık gömlekle kravatsız olarak giderim ama hafta sonu olduğu zaman neticede kolay bir pantolon, jean, üzerine sweat shırt tercih ederim.


HÜLYA OKUR- Evet Galatasaray’a geçiyoruz.Terbiye-i Bedeniyye Kulübü adıyla kurulan birlikten Ali Sami Yen; “Ben Reisliği topu yağlayıp şişirmekle aldım. Topumuza evladım gibi baktım” demiş ve maksatlarını, İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmek” olarak ifade etmişti. Sizin topu ilk kucakladığınız yıllara ait yaşadıklarınız ve idealiniz neydi?


FARUK SÜREN- Bir kere her küçük çocuk gibi topa tekme atmakla başlıyor bu tür işler. En basit şekli topa tekme atmakla başlıyor. Bir diğeri elle oynanan topla olanı. Bunun içine basketbol giriyor. Ben ciddi bir şekilde basketbol ile bu işe başladım, ve basketbol oyununu da sürdürdüm. Ben profesyonel, tabi bizim zamanımız için profesyonel demeyelim ama, ciddi top sporunu basketbol ile yaptım. Bazı arkadaşlar bunu futbolla yaptılar ama ben basketbolu tercih ettim. Ama top yine toptur, fark etmez. Oradan da Galatasaray’ın Yıldız Takımı’ndan başlayıp, A Takımı’na geçemedim, çünki Almanya’ya gitmek zorunda kaldım. Oraya gittim, basketbol’a ara vermedim, Almanya’da sürdürdüm. Orada çok şampiyon olduk ama burada maalesef Galatasaray’da olmadı. Döndüğümde de zaten artık basketbolu bırakma zamanı gelmişti.


HÜLYA OKUR- Galatasaray, Faruk Süren döneminde Fenerbahçe ile yaptığı 17 maçta 7 galibiyet, 5 yenilgi ve 5 beraberlik aldı. Faruk Süren’in başkanlığında, Galatasaray rakip filelere 27 gol atarken, kalesinde 23 gol gördü. Ama bugüne baktığımızda tam tersi bir görüntü hakim. Fenerbahçe’nin açık üstünlüğü görünüyor. Bunun nedeni Fenerbahçe’nin gücünden mi? Yoksa yönetim zafiyetinden mi?


FARUK SÜREN- Fenerbahçe bizim zamanımızda da güçlüydü. Fenerbahçe her zaman güçlü bir rakip olmuştur. Galatasaray da Fenerbahçe ye güçlü bir rakip olmuştur. Bu ezeli rekabet gider. Bu rekabeti her zaman sportif anlamda tutmak lazım. Onunla da sınırlı tutmak lazım. Bunu fazla başka kurumlara yansıtmamak lazım. Görüyorum bazen bunu abartıyorlar. Neticede biz düşman değiliz, sadece rakibiz. Evet, benim yönetimimde bizim bilançomuzu çıkarttığımız zaman ben daha başarılıyım bugünkü yönetim ile kıyasladığımız zaman. Bugünkü yönetimi de fazla tenkit etmek istemiyorum, çünki benim tenkit edilecek bir şeyim yok. Mesele ortada yani. Dolayısıyla ben tenkit etsem de bir şey olmaz. Çünkü diyecekler ki sonra:”Niye bıraktın o zaman gelseydin!” Neden bıraktığımı onlar gayet iyi biliyorlar ama..


HÜLYA OKUR- Yine aynı bağlamda sormak gerekirse; Sizin Başkanlığınız döneminde Galatasaray yapılamayanı yaptı ve 4 yıl üst üste şampiyon olarak bir rekor kırdı. UEFA Kupası ve Süper Kupa da cabası. Oysa son dört yıla baktığımız da Fenerbahçe’nin 3 şampiyonluğunu görüyoruz… Sizden sonraki yönetimlerin mirasyedilik tavrı mıdır bu ters yöndeki gelişime sebep?


FARUK SÜREN- Yok mirasyedilik değil ama o ivmeyi devam ettirme becerisini göstermediler. O ivmeydi. Tabi muhakkak her çıkışta bir iniş vardır ama toparlaması vardır. Oradan inmezdik. Çok şeyler oldu. Bizim dengemizi bozmak için içerden ve dışardan çok müdahaleler oldu. Fatih Terim’in ayrılması bir müdahaledir. Benim gazetede çıkan hayali ihracat haberlerim bir müdahaledir. Galatasaray toplumu gerçekten ben ihracatçıysam istemez tabi başında böyle birisini görmek. Bütün bunlar o gidişatı bozdu. Ama ondan sonra yönetimler geldi. –E tamam biz madem gittik, Siz yapın o zaman, daha iyisine götürün. Hayır! O da olmadı, aşağı indi. Biz stadımızın planlarını yaptık, bugün artık demode oldu biletabi. 10 sene oldu biz planı yapalı. Yenisini yapmak lazım, eskir. 10-15 sene içinde herhangi bir tesis eskir zaten. Onu revize etmek yapmak lazımdır. Sonra bizim zamanımızı unutmayalım. Bizim zamanımızda feci bir enflasyon vardı. Ülke, ekonomik bunalımlar silsilesi geçiriyordu. 2000 yılının Kasımında kriz patladı. 2001’in Şubatında gecelik faiz %7000’e çıktı. Bu şartlar altında biz finansman bulacağız ve stat yapacağız. Mümkün değil. Halbuki bugünkü 2002’den sonra hakim olan, hüküm süren ekonomik olarak istikrar ve başarılı dönemden biz mali anlamda istifade edip kullanamadık.


HÜLYA OKUR- 'Aziz Yıldırım son derece otoriter, despot bir başkan. Gerçi kendisi Diyarbakırlı ama Bizanslı da olabilirmiş rahatlıkla...' diyorsunuz. Peki başkanlıktaki tek eğim noktası olarak kalabilmesinin sırrı nedir sizce?


FARUK SÜREN- Aziz Yıldırım üyelerin nabzını ve teşkilatlanmayı son derece iyi başarmış. Arada öğrenmiş bu vaziyeti. Böyle baktığımız zaman son derece başarılı şeyler var. Mesela stadını renove etti. Benim görüşüme göre benim yapacağım bir şey değil. Ben çok maksatlı stadı tercih ederim. Şimdi mesela Seyrantepe’de yapılacak olan projede sahanın dışarı çıkmasını planlardım ben mesela. Çok az bir farkı var. Saha dışarı çıksın ki başka aktiviteler yapalım, otomobil yarışı dahil. Ben öyle bir şey yapardım. Ama Aziz Yıldırım son derece medeni bir stat yaptı, ancak sadece futbolla sınırlı, başka bir şey yapamıyor. Rahat gidiliyor, rahat çıkılıyor, bu da başarılı uygulamalardan bir tanesi. Alt yapı tesislerini genişlettirdi. EE neticede bu sene de şampiyon oldu. İki sene önce de Şampiyon oldu. 9 senede fena değil. %30’luk bir şampiyonluk başarısı var. E bütün bunlar birleştiği zaman, bu grupları da sonunda iyi kontrol etti. Tecrübelendi de. Bizansı da öğrendi.


HÜLYA OKUR- Galatasaray’ın haklı yenilgisi olduğunda karşı takımı kutlama nezaketinde bulundunuz mu hiç? Yada atılan goller sizin takımınızdan gelmese de alkışlar mısınız? Örneğin Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu ilan etmesinden sonra kutlamak için bir dostunuzu aradınız mı? Aradıysanız sakıncası yoksa kim olduğunu öğrenebilir miyiz?


FARUK SÜREN- İki üç tane genç tanıyorum damadımın arkadaşı. Onları hemen tebrik ettim. Bugün sayın Ali Koç’a bir mail yolladım tebrik etme açısından. Ama maç esnasında rakibin attığı golü alkışlamam. Neticede yenilmişsek şayet, karşı tarafı muhakkak kutlarım tebrik ederim. İçim üzülse dahi, çünkü yenilmek istemiyorum hiçbir zaman. Yenilmeyi de sevmem. Fakat spor yaptığımız için, maç esnasında değil ama maç sonrasında galip tarafı tebrik etme nezaketini de gayet iyi bilirim.


HÜLYA OKUR- Fenerbahçe uluslararası başarısı olmamasına rağmen günden güne marka değerini artırıyor ve bunu kazanca dönüştürüyor. Oysa Galatasaray Avrupa’da en çok tanınan ve en çok taraftarı olan Türk takımı olmasına rağmen marka tanınırlığını kazanca dönüştüremedi. Bunda sizin hatanız var mıydı?


FARUK SÜREN- Şimdi şöyle bir tenkit getiriyorlar. Eleştiri getiriyorlar. Her türlü eleştiriye de açığım. UEFA Şampiyonluğunu paraya çeviremedi diyorlar. Katılmıyorum. Çünkü UEFA Şampiyonluğunu kazandığımız sene gelirlerimiz 86 milyon dolardı. Normal olarak Galatasaray’ın gelirleri 30 ile 35 milyon dolar arasındadır. Dolayısıyla o aşamada biz bundan faydalanamadık ifadesi yanlış. Ha daha iyi faydalanamaz mıydık? Muhakkak faydalanırdık. Fakat tabi alışkanlık ve hazırlık süresidir. Biz UEFA kupasını kazanacağımızı bilemiyorduk ki, diğer formaydı, bayraktı, şapkaydı gibi sürümden kazanabileceğimiz şeylerin üzerine konsantre olalım. Kaldı ki, bizim ülkemizde kontrol edemediğimiz kurumsal imalat var. Kontrol edemiyoruz. Biz bir resmi bayrak çıkartıyoruz. Aynı bayrağı başkaları da çıkarıyor. Dolmabahçe’de çamaşır ipini seriyor ve bütün bizim bayrakları satıyor. Dolayısıyla faydalanamamak değil, o süreci devam ettiremedi benden sonra gelen yönetimler.


HÜLYA OKUR- TV gelirleri, forma reklamları, maç hasılatları, hediyelik eşya satışları ve futbolcu satışları gibi gelirler, giderlerle neden denkleştirilemiyor? Yani bunun sizin yönetiminizde, Fatih Terim’in göreve gelmesiyle, hatta çok itirazlar olmasına rağmen futbolculara prim sistemine geçilmesiyle ilgisi var mı?


FARUK SÜREN- Bizim prim sistemimizin de etkisi olmuştur muhakkak, ama dediğim gibi biz UEFA kupasını kazandığımız zaman 86 milyon Solar gelirimiz, 85 milyon Dolar giderimiz oldu. Dolayısıyla denkleştirilmişti, bir milyon dolarda fazlamız kalmıştı. Sonrasını devam ettiremedik. Sonra Özhan Canaydın fgeldi, ondan sonra ne oldu bilmiyorum. Fazla işin içinde de değilim zaten.


HÜLYA OKUR- Bankalardan alınacak kredilerin şahıslar üzerinden geçmesi ama faizlerinin kulüp tarafından ödenmesi kararı sizin yönetiminizde karara bağlandı sanırım. Önceki başkanlar ve yöneticiler hep faizleri neden kendileri karşılarlardı?


FATİH SÜREN- Çünkü önceki yönetimler şayet borçlanmışlarsa, bizim tüzüğümüz gereği Genel Kurul’u toplayarak, onay alarak yapmamışlardır. Onun için faizleri ceplerinden ödemişlerdir. Çünki borçlanma için Genel Kurulun toplanması lazım. Tüzüğümüz onu söylüyor, ve yetki aldıktan sonra doğal olarak maliyeti kulübün üstlenmesi lazım. Benim Başkanlığımda 19 tane Genel Kurul yaptık. Bütün bu formaliteleri toplanabilmek, Galatasaraylıların onayını almak, ki hepsinden de onay aldık, maksadıyla gerçekleştirdik, ondan sonra icraatımızı yaptık. Dolayısıyla faizlerin Kulüp tarafından karşılanması, bu kararların bugünkü şeklidir.


HÜLYA OKUR- “Avrupa Gol Kralı Jardel'i helikopterle Ali Sami Yen’e indirecek kadar vizyonu genişti” diyor bir taraftar. Faruk Süren bu vizyonu gördüklerini yapan biri olarak mı? Hayal ettiklerini gerçekleştirmeye çalışan biri olarak mı tamamladı?


FARUK SÜREN- Başarı hayalle başlar. Dediğiniz gibi hayal edebilmek için hedefi görmeniz lazım. Çünkü insan, görüp de varlığını bilmediği şeyin hayalini kuramaz. Mevcudiyetini bilmediğiniz bir şeyi hayal edemezsiniz. Ama hedefleri yüksek tutmak, gerçekleşebilecek hedefleri saptamak hem de bunları yapabilecek görgüye sahip olmak lazımdır.


HÜLYA OKUR- Tafarel, Hagi, Popescu gibi isimler transfer edilmeselerdi, bizim futbolcularımız neler kaçırmış olacaktı?


FARUK SÜREN- Bunlar bir klası temsil eden isimler. Bizim oyuncularımızı da küçümsememek lazım. Bizim oyuncularımız da son derece yetenekli, fakat bu oyunculara nazaran daha az tecrübeliler. Bunlarla birlikte iyi bir Teknik Heyet oluştu. Tabi bunda Teknik Heyet’in de faydası var. Hem tecrübeli, hem de genç, başarıya susamış oyuncularla iyi bir ekip çalışması oluşturduk ve birbirimizi tamamladık. Neticede zaten Türk Milli Takımı Dünya üçüncüsü olmayı da bu sayede gördü. Netice de Milli takımda da 9 tane Galatasaray kökenli oyuncu vardı.


HÜLYA OKUR- Emre ve Okan, 2001 yılında bedelsiz olarak İnter'e gitmişti. İki oyuncunun sezonun bitmesini beklemeden İnter'le sözleşme imzaladığını iddia etmiştiniz. Emre’nin “Geçinmek için altınlarımızı bozdururken o, bizimle alay ederdi” sözü futbolcunun formasına para kesesi diktirip koşması kadar çirkin. Kariyerinizde affedemediğiniz başka bir olay var mı?


FARUK SÜREN-Emre’nin bana yakıştırdığı bu sözleri katiyen ben söylemedim. Her kişi kendi seviyesine uygun lafları, dedikoduları, rivayet olarak çıkarabilir. İnter’e gidecekken, bir pay teklif ettik.. Buna rağmen imzalamadı. O zaman 1 milyon dolar peşin istedi. Biz ise “bizim bunu peşin ödeme imkanımız yok ama şu veya şu şekilde ödeyebiliriz” dedik. Parasını almamış futbolcu yok, herkes er veya geç parasını alıyor Galatasaray’dan. Emre ve Okan’ın 2000 yılında ücretlerini 10 misli arttırdık. 280.000 Dolar alıyorlardı, biz onu 2 milyon 200 dolar yaptık. “Kal” dedik, gideceksen de gelecek sene git, ayrıca transfer ücretinden de pay vermeyi teklif ettik, ama bastı gitti. Dolayısıyla onların yapmış olduğu hareket son derece çirkin. Neden? İşte fazla susamış, aç ve o kadar görgüsü olmayanın başarıdan sonraki şımarıklığının neticesidir bu. Çünkü 2001 senesi bu. Başarıyı da hazmedebilmek lazım. Başarıyı da hazmedemezseniz kusar bir yerden. UEFA’yı alırken katkısı oldu mu? Hayır olmadı. Çünkü ilk maçında sportmenliğe yakışmayan bir hareketinden dolayı doğrudan kırmızı kart gördü. Affetmek , affetmemek değil söz konusu olan, affedecek olan Galatasaray camiası, Galatasaray toplumudur, taraftarıdır. Onlar zaten bu hareketlere içlerinde izin vermedikten sonra bende sindirmeyeceğim demek ki!”


HÜLYA OKUR- Mehmet Ali Birand “Eğer Faruk Süren, Fatih Terim'e destek vermese, yine bugünkü milli takımın çekirdeği kurulamazdı. Avrupa kupalarındaki başarılar yaşanmasa, bu insanlarımızın özgüvenleri yerleşemezdi.” Demiş sizin için. Galatasaray’ın direksiyonu ve direktörü arasındaki uyum her zaman kurtarıcı rol mü oynamıştır, tarihinizde?


FARUK SÜREN- Şimdi bir kere başarıyı, bir kişiye mal etmek son derece yanlıştır. Ne tek başına Teknik Direktördedir, ne de sadece futbolcudadır, hepsi beraberdir. Mehmet Ali Birand’ın Milli Takımın başarısındaki yorumu doğrudur. Çünkü milli takımın dünya üçüncüsü olduğunda kökeni Galatasaray’dı. Dolayısıyla uluslararası rekabet ortamını, uluslararası hakemleri, hakemlerin de onu tanıdığı bir ortama getirmiştir Galatasaray Türk futbolunu. Fatih Terim’i özellikle destekledin mi? Destekledim tabi. Beraber çalıştığınız, bir yerde “maiyetimde” çalışan bir insanı sonuna kadar desteklerim, inandıktan sonra. Ben ona inanıyordum. Yapabileceğine de inanıyordum. Hırsıyla benim hırsım bağdaşıyordu. Hırslarımızı farklı şekilde gösteriyorduk ama neticede hırs yine aynı hırstı.


HÜLYA OKUR- Fatih Terim 'in doğuştan eksik gelen yönleri olduğunu da düşünüyorsunuz. Bunları, İsviçre'de okuyan bir eşe (Fulya Hanım) sahip olmasına ve ondan sonra sizinle buluşmasıyla tamamladığını söylüyorsunuz. Yani Fatih Terim’i minarenin ucundaki Ay-Yıldız’a çıkaran sizin etrafını döne döne ördüğünüz tuğlalar. Doğru mu?


FARUK SÜREN- Fatih Terim’e muhakkak hem Galatasaray’da, hem teknik direktörlükte Galatasaray büyük bir ivme vermiştir. Bunu muhakkak kendisi de kabul eder ama insanın doğmuş olduğu ortam çok başka bir şey olabilir. Fakat öğrenebilme, algılayabilme, onları tatbik edebilme yeteneği de ayrı bir şeydir. Fatih Terim’de bunları yaptı.


HÜLYA OKUR- Siz ve sizden önceki Galatasaray Başkanı Alp Yalman Galatasaray’ın 100. yıl dönümü törenlerine katılmadınız… yine eski başkanlardan Mehmet Cansun “mazeretleri olmasa gelirlerdi” diyor… Acaba mazeretiniz neydi?


FARUK SÜREN- Stadyumda olan bir şeye katılmadık. Öyle bir şey hatırlamıyorum.


HÜLYA OKUR- Adnan Polat, Florya ve divanın satılarak Galatasaray’ın borçlarını kapatılmasını önermişti. Ancak buna kısmi onay çıktı. Bu bir kereye mahsus bulunan çareyi, başka bunalımlar takip edebilir mi? Galatasaray yönetimine tavsiyeniz ne olurdu?


FARUK SÜREN- Bence borcu kapatmaktansa, duran varlıkların ne şekilde değerlendirileceği konusunda bir mutabakata varmak lazım. Değerlendirmeyi, belki kısmen satarak yapabilirsiniz ama esasta size gelir getirecek bir yapıya kavuşturmanız lazım. Özellikle Riva’yı. Bana sorarsanız ben iki şekilde bir değerlendirme yaparım. Riva’da 1,200,000 m2’lik bir arazi var. O 200 bin metre karesini kulübün futbol faaliyetine ayırırım. Kulübün futbol tesislerini; sahalar ve kamp yerleri gibi, oraya taşırım. Florya’yı değerlendiririm, ve Florya’yı da sürekli gelir getirecek bir yapıya kavuştururum. Müteahhide % 50-60 verirsiniz. Böyle yaparım. Bunu yapabilecek güvenilir bir yönetim gelirse, bankalara olan borçlarımız yeniden yapılandırılabilir, çünki bugün yapılmak istenen “80 milyona Riva’yı satalım, 72 milyon Dolarlık Banka borcumuzu ödeyelim” dir. Bu yanlış çünki 8 milyon Dolar kalıyor elimize. Oda faize gitti mi? Hiçbir şey kalmıyor elimize. Halbuki bir program çerçevesinde borçların yeniden yapılanmasını öngörebilirsek, tabi ki borçlu olduklarımız bankalar, bankaların hepsi finans müesseseleri, dolayısıyla bunlar makul insanlar, iş insanları ve işleri para alıp satmak. Makul bir şekilde, güvenilir bir şekilde,ki o varlıklar ki güvenilirliği arttırıyor, çünki o varlıklar borçları kat be kat sağlayacak değerde, güvenli bir plan ve programı olan bir yönetim gelirse onları makul bir şekilde on yıla yayıp bunu ödemek bence daha yararlı olur Galatasaray için.


HÜLYA OKUR- Ekonomi yöntemlerinde de karşı karşıya gelebiliyorsunuz. Canaydın Seyrantepe projesi sayesinde 11 milyon dolar olan stat gelirlerini 50 milyon dolara eriştirmekten bahsediyor. Siz bu projeye karşı çıkan gruptasınız? Aynı amaç için bu kadar karşıt fikir, paradoks yaşanması insanın aklına çocukları için kavga eden mahalle sakinlerini getiriyor. Bir kenarda oyuna dalan burada Galatasaray mı?


FARUK SÜREN- Ben stadyum projesine karşı değilim. Bir kere statların kulüplere ait olması gerektiğini düşünüyorum, ve bu düşünceyi ilk defa ortaya atan ve uygulayan Galatasaray olmuştur zaten. Seyrantepe bana bilmediğim için çok realist gelmedi. Proje uçuk değil, fikir uçuk değil, fakat ne yapılacak? Nasıl yapılacak? Kim yapacak? Bunlar belirsiz. Bizim yaptığımız projede biz Ali Sami Yen’de 36 milyon dolar gibi bir gelir öngörüyorduk, ki bunu uluslararası proje şirketleri tespit etti. Bizim gelir varsayımlarımızı, altı kere “check” ederek, kontrol ederek, 36 milyon dolar gibi bir gelir öngörüldü. Şimdi bu etüt, Seyartepe’de yapıldı mı? Gerçi çok maksatlı deniyor ama nasıl çok maksatlı? Projeyi görmedim, nasıl finanse edileceğini bilmiyorum. Kontratın TOKİ ile olan Üst Hakkı Kullanım Anlaşması’nın neye göre yapıldığını bilmiyorum. Bir şey bilmediğim zaman ne onun lehine konuşabilirim, ne de aleyhine. Aleyhine şöyle konuşabilirim, “Bir şey bilmiyorum” derim çünki bilgi verilmiyor.


HÜLYA OKUR- Galatasaray’da tablo, sportif olarak, mali olarak dağınık mı? Sizce nasıl görünüyor?


FARUK SÜREN- Hiçbir fikrim yok çünki dediğim gibi bilgi verilmiyor. Halka açık şirketle, halka açık olmayan Futbol A.Ş ile ilgili bir takım işlemler yapılıyor. Bence son derece yanlış. Uluslararası itibarımızı zedeleyecek bir hareket. Esasen ilk önce AIC kavgasıyla zaten zedelendi. Şimdi bir de yabancı ortak var QVD onunla da zedelenecek. Uluslararası mali piyasalardaki itibarımızı maalesef sıfıra indiriyorlar. Allah’tan Sermaye Piyasası Kurulu var da devreye girdi ve çağrı mecburiyetini koyd, o girişime. Dolayısıyla 70 milyon dolar gibi fon gerektirdiği için bu işlem de kaldı ve Sermaye Piyasası Kurulu hiç olmazsa uluslararası seviyede sermaye piyasasının itibarını kurtarmış oldu. Dolayısıyla bugün yönetim değiştiği zaman, tekrar uluslararası seviyedeki itibarımızı kazanacağımızı ümit ediyorum. Sportif açıdan da şöyle, dağınıklık demeyelim, ben futbolcularımızın hepsinin çok yüksek seviyede olduğunu düşünüyorum, fakat bence hedefleri belli değil. Hangi hedefe koştuklarını bilmiyorlar, niçin mücadele ettiklerini bilmiyorlar. Bu motivasyonsuzluk, işte böyle 93. dakikada gol yemelerine de sebep olabiliyor. Tabi müthiş bir imkanı kaçırmış, tehlikeye sokmuş olabiliyoruz.


HÜLYA OKUR- “Ben para musluklarını kısarım, Süren gaz verir, o yüzden anlaşamayız.” Diyor Canaydın. Tasarruf yada iktisat politikasını iyi yönetmek başarıyı getirir mi? Diye soracağım ama şimdiki dönemde de, Süper Lig transfer taksitleri ödenmemiş, vergi borcu, sigorta borcu tavana vurmuş, çek karnesi olmayan, yabancı transferi yasaklanmış, gelirlerinin üçte biri dışarıya satılmış, giderlerinin tümü kulübe bırakılmış, binlerce kişi ve kuruluşa borcu olan, ödeme imkanı tamamen tükenmiş, amatör şubeleri çökmüş, geliri yalnız futboldan olan ve buna rağmen futbol bütçesi açık veren bir kuruluşu yönetmek, inmiş bir topa vurmak mı? Kalsaydınız ne değişirdi?


FARUK SÜREN- Hem soruyu sordunuz. Hem de bugünü mevcut durumu deklare ettiniz. Canaydın kalktı dedi ki: ”2700 kişiye borcumuz vardı, şimdi o 2700 kişiye borcumuz yok, 5 kişiye var.” Bence borcun tutarsal miktarı önemli, sayısal miktarı önemli değil. Kaç kişiye borcunuz olduğunun sayısal karşılığı değil, ne kadar borcunuz olduğu önemli. 52 milyon dolar borçla devraldı. 270 milyon dolar borçta şu an durum. Ortada vaziyet. O tutumlu muydu? Ben mi müsriftim? Bu bir görüş meselesi. Bana kızıyorlar. Mahalli düşünce ile evrensel düşüncesinin çarpışmasıdır bu. Mahalli düşünce çok basittir ve çok da çabuk yandaş bulur, çünki neticede insanların eğilimi daha tutucudur, daha mahallidir. Söylemde oluyor, ancak tatbikatı gördüğünüz vakit felaket oluyor, ve de tatbik de edemiyorlar üstelik.


HÜLYA OKUR- Mehmet Cansun’un “Dünyada tüm politikacılar, tüm başkanlar gençlerden oluşmaya başladı. G.Saray’da sıra gençlere geldi.” Fikrine katılıyor musunuz? Takımı yönetmek için tecrübe mi, sıkı taraftar olmak mı, vizyon mu, eğitim mi başta gelmelidir? Yani semt kulübü olması mı? Eğitim, kültür kulübü olması mı tercihiniz?


FARUK SÜREN- Galatasaray’ı bir dünya kulübü olarak görmek isterim. Öyle olduğunu da düşünüyorum. Hala dünyada en fazla tanınan Türk markalarından bir tanesi Galatasaray. Yönetici olarak gençlerin gelmesi lazım artık. Genç dediğimiz zaman bizim için artık, ben hala gencim bana göre ama..Ben 35-40 yaşlarındaki genç arkadaşların bu işe soyunmaları gerektiğine inanıyorum. Hem almış oldukları eğitim, hem dünya görüşleri, hem vizyonları buna elverişlidir. Akılları varsa bizlerden istifade ederler. Ne demiş Bernard Shaw? ”Akıllı insan aklını kullanır, daha akıllı insan, başkalarının aklını da kullanır.”


HÜLYA OKUR- Kofi Annan’ın Birleşmiş Milletler’den daha fazla üyesi var diye kıskandığı FIFA’dan futbolu komuta etmek istediniz mi hiç?


FARUK SÜREN-O fena bir görev değil yani… (gülüşmeler…) Fakat FİFA’da tabi görev alabilmek için Türk Federasyonunun herhangi bir FIFA görevine kendisinden bir üye talep edildiği zaman onun aday gösterilmesi lazımdır. Ben elimi kolumu sallayarak hadi ben geldim diyemem.


HÜLYA OKUR- Dirayetli, metanetli ve bastığı yeri bilen duruşunuz, Vatan gazetesi yazarlarından Doğan Koloğlu tarafından, ” Faruk Süren'in kendini savunmasının artık imkansız hale geldiğini, sadece gazete polemikleriyle ayakta durmaya çalıştığının belgelendiğini anladım.” diye yorumlanması size çift kanatlı aynanın neresinden bakıldığını gösteriyor?


FARUK SÜREN- Doğan Koloğlu ile biz hiçbir bakımdan anlaşamadık. Anlaşamayız. Pink Floyd'un “ayın karanlık yüzeyi” (Dark Side of the Moon) diye bir albümü vardır. Duruşlarımız ortada, ben aydınlık yüzeyindeyim. Bana Doğan Koloğlu’nun tenkitlerinden örnekler vermeyin, çünki kendisinin fikirlerinin artık 19. asırda kalmış olduğunu, yazdığı gazetedeki sütununun da kendisine genç meslekdaşları ve amirleri tarafından eskiliğine binaen bir vefa borcu, bir lütuf olarak verildiğini düşünüyorum. Zaten kendisine bir Galatasaray toplantısında yine böyle münakaşa esnasında bir Çin atasözünü hatırlatyığımda, akıllı birisi olduğu için hemen anladı ne demek istediğimi. Şöyle demiştim: ”Küçük insanların gölgeleri büyüdükçe, o ülkede güneş batıyor demektir.” Fazla izaha gerek yok herhalde… Zaten kendisinin savunduğu fikirleri kısmen de olsa tatbik etmeye çalışanların Galatasaray’ı ne hale getirdiği ortadadır.


HÜLYA OKUR- Kongrede futbolculara UEFA ve Süper Kupa’nın birer maketini hediye ettiniz. Bu onların yarış arabalarına oyuncakla da olsa sahip olmaları dürtüsüyle daha çok koşmalarına sebep oldu mu? Sizden sonra oyuncuların motivasyonunu fitilleyen yada soyunma odalarından çıkmak istemeyişleri ile ilgili bir şey gözlemlediniz mi?


FARUK SÜREN-Ben şuna karşıyım. Yöneticilik, “hadi arkadaşlar!”, “hadi çocuklar” gibi beylik laflarla motive etmek değildir. Hedef göstermektir önemli olan. “Biz Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olacağız” , “Ben size inanıyorum.” BUDUR. Sadece lafta kalan bir şey değil. Kendi konsantrasyonunuzu teknik heyete ileteceksiniz, teknik heyet bunu yansıtacak ve neticede bu bir kenetlenme olacak. Yoksa “Hadi aslanlar, kanaryalar, vatan-millet-sakarya” lafları vardır ya, özünde bunu hissetmeyen, şeklen bunu söyleyen değil, Özünde hisseden olacaksınız.


HÜLYA OKUR- Sizden sonra sizin Galatasaray’a yaşattığınız başarıların tekrarına inanmayan taraflar, Galatasaray’da heykelinizin kurulmasından yana. UEFA Kupası ile fotoğraf çektirmeyen sizin, suretinize zaferin gülümsemesini yakıştıran insanlar için buna müsaadeniz olur mu?


FARUK SÜREN- Hayır, hayır katiyen öyle bir şey olmaz. Çünkü UEFA Kupası, benim düşüncemdeki Galatasaray’ın bir merhalesi, bir aşamasıdır. O bir alıştırmadır. UEFA Kupasını almak. Bir kere Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olmamız lazım daha, ben onu hedeflerdim. Bir gün Real Madrid’e gittiğimizde, özel bir görüşme için gitmiştim, Mehmet Cansun’ da vardı yanımda, Müzesini gezdik Real Madrid’in. Kıskandım demeyeceğim ama çok arzuladım. 7 tane Şampiyonlar Ligi Kupası var adamlarda. Şampiyon Kulüpler dahil. Bu gıpta edilecek bir şey. İspanya bir Akdeniz ülkesi. Biz de bir Akdeniz ülkesiyiz. Fazla bir farkımız yok. Ben İngiliz Ligini boşverebilirim, İngiliz mantalitesiyle burada iş yapılamayacağını anladım. Gerçi o doğru bir mantalite ama burada o maalesef o olmuyor, ama neticede İspanyollar gibi düşünebiliriz. Real Madrid, Barcelona, Celta Vigo, Deportivo.. Adamlar takım çıkartıyorlar ve Real Madrid’e bakın, Barcelona’ya bakın niye biz yapamıyoruz? Bunu tahayyül dahi edemiyoruz, etmek istemiyoruz. Ama inanın bana yöneticilerimiz hiç istemiyorlar, mahalli kalmak istiyorlar, ulusal kalmak istiyorlar. Kızacaklar bana muhakkak ama öyle. Birkaç kişi hariç belki ama istemiyorlar. Neticede istemiyorlar. Küçük olsun benim olsun. Burada at koşturmak kolay. Türkiye liglerinde bakıyorsunuz, evet çok mücadele oluyor ama neticede ya Galatasaray, ya Fener, ya Beşiktaş. Eskiden bir de Trabzon vardı. O da kaç senedir artık yok. Bunun tersini söylüyorum:” BU LİGLERDE ÜÇÜNCÜ OLURSANIZ BANA GÖRE SONUNCU OLDUNUZ.” Bu ligde üç tane takım şampiyonluğu oynuyorsa siz üçüncü oluyorsanız, sonuncu oldunuz demektir.


HÜLYA OKUR- Hakemlerimizin durumu da içler acısı. Hakemlerimizin Avrupa düzeyinde görev alamamaları neden sizce? Kendi hakemlerimizi bu kadar eleştiriyor olmamız dışarıdan paçası kısa mı gösteriyor bizi acaba?


FARUK SÜREN- Her yerde hakemler eleştiriliyor. Her hareket eleştiriye açık. Burada bir şey yok. Ama niye görev verilmiyor Türk hakemlerine. Neden vermiyorlar acaba? Kendi kendimize soralım, özeleştiri yapalım. Kötü niyetli olduklarından değil, mesele; futbolu oynatmak. Ben İngiliz liglerini seyrediyorum. Orada da hakemler var. Orada da futbol oynanıyor. Şimdi orada bakıyorum bazı hareketlere. Futbolu yorumlamak da çok önemli. Hakemlerimiz belki, hakemlik yaptıkları sürece o futbolu yorumlayamıyorlar, Veyahut hareketin kasıtlı mı, değil mi, futbolla ilgili mi, değil mi, belki bunları bilmiyorlar. Şuradan hareket etmek lazım. Niçin bizim hakemlerimize uluslararası seviyede, saygın müsabakalarda, turnuvalarda görev verilmiyor? Onları bir kere irdelesinler. Niçin acaba?
HÜLYA OKUR- Sizce yabancı futbolcuları, milli bir teknik direktör mü? Yabancısı mı daha iyi ayırt eder?


FARUK SÜREN- Şimdi şöyle. Her antrenör iyi futbolcuyu, kötü futbolcuyu ayırt edebilir. O kadar da Einstein formülü değil bu işler. Ama iyi yabancı futbolcunun Türkiye’ye gelmesi antrenöre çok bağlı. Yani ben şimdi burada Fatih Terim’den bir örnek vereyim. Fatih Terim bu takımın başında olup, o bir yabancı oyuncu talep ettiği zaman tereddütsüz gelebilir oyuncu. Tanıyor çünkü Teknik Direktörü. Ha tanınmamış olduğunda, iyi bir oyuncu tereddüt edebilir. Kime gidiyorum? Ahmet oğlu Mehmet. Kim bu Ahmet oğlu Mehmet? İyi yabancı oyuncu transfer etmek bakımından söylüyorum. Dolayısıyla tanınmış antrenör tabi çok daha kolay transfer edebilir. Dolayısıyla bizim hem antrenör yetiştirmemiz lazım, bunları uluslararası seviyede tanıtmış olmak. Ben olsam Galatasaray’a çok tanınmış bir antrenör getirtirim.


HÜLYA OKUR- Kim mesela?


FARUK SÜREN- Tanınmış.. Budur diye değil. Ama mesela Capello gibi, Lippi gibi, Morinho gibi.. Gelir, gelmez bunu tartışmıyorum, onun yanına Bülent Korkmaz’ı koyarım. Şimdi hemen yarın alırım, Bülent Korkmaz’a da bir anlaşma yaparım. Arada eğittiririm de onu, çünki onun da tecrübe kazanmazı lazım. Ondan sonra Manchester United gibi mesela, Alex Ferguson yıllardır Manchester United’ın başında mesela, bu da devamlılık arz ediyor. Her sene antrenör değişmez. Uluslararası tanınmışlığı tekrar edebilmek için başarılı bir yabancı antrenör getiririm, yanına da anlaşarak Bülent Korkmaz’ı koyarım. Bülent Korkmaz’a inanmadığımdan değil, ama onu da riske etmemek için, hem de uluslararası tanınmışlığını ve tecrübesini artırabilmek için.


HÜLYA OKUR- Yabancı futbolcu almak mı? Yerlileri yurtdışına pazarlayabilmek mi Türk Futbolu adına önem arz ediyor?


FARUK SÜREN- İkisi de aynı şey. Bugün yerli oyuncuyu da yetiştirip, yurtdışına satabilirsiniz (şimdi yaptığımız gibi. Gerçi biz istemedik ama bizim oyuncularımızın çoğu gitti.) Tugay başta olmak üzere. İkisi de olabilir. Yabancı oyuncuyu da dışardan getirirsiniz. Örneğin Almanya’da son derece başarılı Türk asıllı oyuncular var. Onların üzerine eğilmekte yarar var. Çünkü iyi bir alt yapıları var. Bizim alt yapının gelişmesi lazım. Alt yapıyı ihmal etmemek lazım. Oraya muhakkak tecrübeli hocalar koymak lazım.


HÜLYA OKUR- Galatasaray Lisesi mezunu olmayanlar, lise mezunları ile aynı şartlarla kulübe üye olamıyor. Lise mezunları 600 YTL ile üye olabilirken, mezun olmayanlar 10.000 YTL ile üye olabiliyor. Kontenjanda Galatasaray lisesi mezunlarına öncelik verilirken, mezun olmayanlar kendilerine sıra gelmesi için yıllarca beklemek zorunda kalıyor. Galatasaray Lisesi mezunu olmadığınız halde size sunulan avantajlar nedendi?


FARUK SÜREN- Valla Başkan yaptılar. Ben Galatasaray Lisesi mezunu değilim evet. Çok arkadaşım var. Galatasaray Lisesi’ne çok gidip geldim. Benim için Galatasaray Liseli olmak, tabi o okulda okumak önemli ama neticede okul dediğimiz zaman bir eğitim seviyesinden bahsediyoruz. O eğitim seviyesinde olduktan sonra birlikteliği sağlayabilirsiniz. O bir elektrik alışverişidir. Okullu dediğimiz olay, “okullu” olmak. Ben Galatasaray Liseli olmadığımdan dolayı yabancı hissetmedim kendimi. Bana kimse bir şey söylemedi. Hatta bana fahri lise diplomasını da verdiler.


HÜLYA OKUR- Siyasete geçelim biraz izin verirseniz. 'Eski başbakan Mesut Yılmaz, 'Özhan Canaydın siyasi dehaya sahiptir'. Peki siyasete sizi yakıştıran bir lider oldu mu? Siyaset, sporun çekişmeli tarafına mı? İktidar hırsına karşı mı benzerlik gösteriyor?


FARUK SÜREN- Şimdi geçmiş dönem başbakanımızın dediğine %100 katılıyorum. Sn. Özhan Canaydın’da iktidar olabilmek için çok ince bir zekası var. Hatta Sn Yılmaz arkadaşlarına demiş ki: ”iyi ki Ankara’da değil. Yoksa hepimizin pabucu dama atılmıştı!” diye bir ifade kullanmış. Siyaset neticede lider olmak için yapılıyor. Muhalefet olmak için yapılmıyor. Tabi burada da kulübü yönetmek isteniyorsa, onun başına geçmek lazım. Fakat bu kadar değişik ve tipik siyasi taktikleri derneğe uygulamak ne kadar doğru tartışılır tabi.


HÜLYA OKUR- Peki aktif siyasette rol almak istiyor musunuz? Bunu tıpkı Canaydın’a olduğu gibi size yakıştıran oldu mu?


FARUK SÜREN- Yok Yok. Ben siyasette zannetmiyorum yer alabileceğimi. Geç de kaldığımı düşünüyorum. Çünkü siyasete böyle tepeden inme gibi olacağını zannetmiyorum. Aşağıdan yetişmek lazım. Ama gençlerin siyasete girmelerini hararetle tavsiye ederim.


HÜLYA OKUR- Bugünkü siyasete baktığımızda, Türkiye Cumhurbaşkanlığı tartışmalarının yaşandığı yoğun siyasi sloganların üretildiği, kurumların karşı karşıya getirildiği bir süreç yaşadı. Ve son karar halkın hakemliğine başvurmak olarak belirlendi. Halkın hakemliği için ne diyorsunuz?


FARUK SÜREN- Şimdi bence mevcut Anayasamız ve mevcut hukuk sistemiyle Cumhurbaşkanını halkın seçmesinde ben sakıncalar görüyorum. Genelde halkın seçmesine karşı değilim. Ama bu ayrı bir sistem. Fransa’nın uyguladığı yarı başkanlık sistemi, Amerika’nın uyguladığı tam başkanlık sistemi, Galatasaray’ın uyguladığı tam başkanlık sistemi… (Gülüşmeler..) Fakat bizim bu mevcut, yasal, hukuksal yapıyla ve anayasamızla halkın seçmesinde benim sakıncalarım, çekincelerim var. Ama prensipte halkın seçmesi taraftarıyım ancak ona göre yapıyı değiştirmemiz lazım, çünki bakın bu Başkanlık sistemi bir tek Amerika’da yürüyor. Amerika modelini tatbik etmeye çalışsanız, Latin Amerika ülkelerinde sürekli darbeler oluyor. Neden? Çünkü tam o hukuki yapıyı oturtamıyorlar. Güçlerin bağımsızlığını, erklerin ayrılığını sağlayamıyorlar. O zaman bir karmaşa, kaos oluyor. Biz bunu tam sağlamış değiliz. En önemlisi bence yargının gerçek anlamda bağımsızlığına kavuşmasıdır. Zira biliyorsunuz belki, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun toplantısının Başkanı, Adalet Bakanı. Bu hükümet çıkarmadı bunu. O zaman yargıyı siyasallaştırıyorsunuz. Siz siyasallaştırmasanız bile siyasallaştı mı acaba diye endişeler doğuyor. Çünkü netice de bir siyasi adam başkan oluyor. Bu sistemleri iptal edebilirsek ki yapmamız lazım, Türkiye hiçbir zaman geriye gitmiyor. Hep ileriye gidiyor. Geriye gidiyormuş gibi görünüyor, endişeler doğuyor. Bazen endişeler oluyor. Katılıyorum o endişelere de. Ama geriye gitmeyecek göreceksiniz, ileriye gidecek. Çünkü bu endişeler başka atılımlar, başka devrimler doğuracak.


HÜLYA OKUR- Haldun Üstünel'in size küfür etmesi üzerine Başkan Canaydın’a seslenerek, “oğlunun kavga ve küfür eden grubun içerisindeki kişiler arasında Üstünel kardeşlerin küfür etmediğini söylemiş ve yönetime almıştı.” diyorsunuz. Doping, şike, teşvik primi, küfür gibi hadiseler spora karıştığında sahayı film seti gibi görüp heyecanınızı kaybettiğiniz oluyor mu?


FARUK SÜREN- Bu tabi hadisenin en kötü tarafları. Küfür, şike, manipülasyon. Bu en kötü şey. Haldun Üstünel’in bana küfür edip etmemiş olduğunu gayet iyi biliyorum. Çünkü Murat Canaydın üstelik fiziksel kavgaya da karıştı o tarihlerde hatırlıyorum. Herhalde Özhan Canaydın, yanlış anladı oğlunun ne demek istediğini.


HÜLYA OKUR- G.Saray eski yöneticisi Fatih Altaylı’nın 2002’de sizinle 'milli mutabakat yönetimi' kurmak için yaptığı görüşmeler sırasında teklifi Cansun veya Canaydın'a neden götürmediğiniz konuşulmuştu? Bu kedilerin, kaplanlara karşı güç gösterisi mi olurdu?


FARUK SÜREN- Canaydın, Cansun’a karşıydı. Onunla mutabakat yapacağını hiç zannetmiyorum. Canaydın’a karşı açıkça da söylüyor. Cansun da Canaydın’a karşı. Bakmayın onlar efkâr-i umumiye de. Sonra bir şey yaparlarda bence..


HÜLYA OKUR- Basketbol da Federasyon başkanlığına talip oldunuz. Galatasaray’ı basketbol ve voleybol da değerlendirdiğinizde şansını kapatan şey olarak neyi görüyorsunuz?


FARUK SÜREN- Salonsuzluk. Ben olsam yönetimin yerinde olsam, 5 bin kişilik pırlanta bir salon yaparım. 5 bin kişilik ve bütün basketbolu orada konuşlandırırım. 5 bin kişilik bir salon, koltuk başına 1000 dolardan hesaplasak, 5 milyon dolarlık bir şeydir. Fazla bir şey değildir. Ama bütün basketbol olayını orada odaklarım. Genci, yıldızı, bayanı, miniği. Basketbol dünyasını yaratırım orada, ve o zaman o ivme kazanır. Alt yapıya gelir. Zaten marka kuvvetli bir marka. Aynı şey voleybol için geçerlidir. Bayanda son derece başarılıyız. Ülke çapında yani. Bizim bayanlarımız voleybol’a daha yatkın herhalde. Dolayısıyla orada çok daha büyük başarılar elde edebiliriz. O da bir salon meselesidir. Ona da salonunu yaparım. Özel seyircisi gelir. Bir hava yaratmak lazım. Futbola sığıntı gibi, sığıntı kompleksinden başarı çıkamaz. Basketbola hak ettiği değeri ve alt yapıyı oluşturursanız başarısı da gelir muhakkak.


HÜLYA OKUR- Birçok sosyal bilimciye göre yönetmek bir sanat. Peki siz şarkının dili, romanın kahramanı ve heykelin çamurlu elleri olabildiğinize inanıyor musunuz? Türkiye’yi bir sanatkâr edasıyla yönetecek bir lider ismi sorarsak cevabınız ne olur?

FARUK SÜREN- Çok zor bir soru. Bugün herhangi bir mevcut lideri seçersem apolitik davranmış olurum. Bu nedenle, her ne kadar siyasette aktif olmayı düşünmüyorsam da, ille de birisini tarif etmem gerekiyorsa ben kendimi teklif ediyorum hadi.. (gülüşmeler.)