Okan Koç, nereden nereye
Gençlerbirliği'nden Beşiktaş'a transfer oldu. Ama Beşiktaş'ta kendini gece hayatına verince gözden düştü. Yeni teknik patron Bosque'de istemedi. Soluğu Ankaragücü'nde aldı ama 2 gününde kovuldu. Bir yıldızın sönüşü

CEMAL ERSEN'in Başkent Kulusi köşesindeki yazısı:
Okan kurban!
Önce Del Bosque Beşiktaş'tan dışladı, ardından sığındığı Ankaragücü limanında 48 saat bile soluklanamadan bu kez Reha Kapsal tarafından istenmeyen adam ilan edildi.
Şimdilerde çaresiz... Şaşkın... En önemlisi ne olmadığının acı hesaplaşması içinde...
Müthiş bir hızla kazandığı irtifayı, beter bir ivmeyle yitiren Okan Koç'dan söz ediyoruz. Çok değil geçen yıl, üç büyük kulübü peşinden koşturan geleceğin yıldız adayı (!) Koç'tan...
İlhan Cavcav'ın transferdeki tilki kurnazlıklarından birinin ürünü olarak Çanakkale Dardanelspor'dan Gençlerbirliği'ne geldiğinde utangaç, saf bir Anadolu çocuğu portresi çiziyor, 20 yaşın delifişekliğini yaşıyordu. Hızlıydı, çalışkandı, yetenekliydi, en önemlisi söz dinler, kendinden istenileni yapardı.
Birbuçuk yıl sonunda Ersun Yanal'lı Gençlerbirliği'nde tavana vururken, kaşifi Cavcav'a göre 'pişmiş ve gitme zamanı gelmişti! Kapanın elinde kaldı adeta. Beşiktaş formasıyla poz verdiğinde, Okan Koç için yepyeni, ışıltılı, kafa karıştıran, dudak uçuklatan, ulaşılmazların bir parmak şıklatmasıyla emre amade olduğu bir yaşam başlamıştı. Para, şöhret, yakışıklılık ne arasan vardı bu çocukta...
Çok sürmedi... Koskoca sezonda sadece 923 dakika forma giyebildi. Saha dışı performansı yükselirken, futbolculuğu tali iş görmeye başlayan genç yetenek, Rumen hocası Lucescu'nun gözünden düşüverdi. Bu sezon da Bosque'nin planlarından çıkarıldı. Eline, diline ve beline sahip olamayanın, vezirlikten kapı kulluğuna rütbe tenzilinin yapıldığı Şehr-i İstanbul'da kendi sonunu hazırladı Okan Koç...
Hafta içinde soluğu başkentte alıp, Ankaragücü ile antrenmanlara çıkmaya başladığında uslanmış, deneyimlerinden ders almış bir Okan göreceğimizi düşünüyorduk. Çünkü ortada nice örnekler vardı.
Galiba yanıldık. Okan daha ilk gün hocasıyla ters düştü. Reha Kapsal O'nu istemediğini söyledi. Cemal Aydın araya girdi ama aşının tutmayacağı ortadaydı.
Ahh be Okan, şu kısacık süreçte neler yaşadın gördün mü? Önünde uzun bir yol var. Gel etme, geçmişe sünger çek ve hala var olduğuna inandığımız o yeteneği 'kurban etme' ıvır - zıvır şeylere.
İşgal çocukları
Atina olimpiyatının en taze sürprizlerinden biriydi. Futbolda Irak milli takımının önceki gece Portekiz'i sahadan silmesi, medyada satır aralarına sıkışan bir haberden daha anlamlı olmalıydı. İşgal güçlerinin binlerce insanını katlettiği topraklardan acılarıyla birlikte olimpiyat yoluna düşen Iraklı futbolcuların yeşil sahada aldığı bu sonuç, isyan ve başkaldırıştan başka birşey değildi.
Bu galibiyet, yıllarca diktatör Saddam ve oğlu Uday'ın faşist baskılarıyla ezilen, yeteneklerini sergilemek bir yana falaka, hapis ve açlık cezalarıyla tehdit edilen Iraklı gençlerin, olimpiyatın beşiğinde bir volkan gibi patlamasıydı.
Şimdilerde başlarında daha büyük bir bela var. Fiziki varlıkları binlerce kilometre uzakta ama hepsinin beyni ve yüreği Necef'te, Basra'da.
Sakın küçümsemeyin. Onların içindeki öfke kolay kolay dinmez. Portekiz gibi daha nice devin üstesinden gelmeleri zor olmaz...
Hem de ne takıyye!
'Artık önüne gelen federasyon başkanı olabilecek. Ne yüksekokul mezunu olmak gerekiyor, ne yabancı dil bilmek. Temsil ettiği federasyonun uluslararası toplantılarında kuşdili konuşan, resepsiyonlarında hindi gibi sessiz kalan, konuşulanları da anlamayan birçok federasyon başkanı gördük. Hatta abartmıyorum, omleti bile tavuk dili ile gıdaklayarak anlatmaya çalışanları da... Merkez Danışma Kurulu'nun kararı takıyyedir, geriye dönüştür, bir anlamda bilgiyi inkardır...'
Abdülkadir Yücelman ağabey yakın gelecekte Türk sporunu bekleyen faciayı işte bu kadar net özetlemiş dünkü köşesinde. MDK'nın Kasım ayında yapılacak federasyon başkanlığı seçimi öncesi adaylarda aranan yüksekokul ve yabancı dil şartını 'sessiz sedasız' kaldırmasına isyan eden Yücelman'ın feryadı şu günlerde Atina'ya ulaşır mı..? Sanmam.
Ama uzun süredir planlanan müthiş bir operasyon için start verildiğinden artık zerre kadar şüphemiz yok. Birkaç ay önce gündeme gelen futbol federasyonu yasa tasarısında başkan adaylarında niçin tahsil ve dil koşulu aranmadığını sorgularken, hükümetin en yetkili ağızları 'O zaman yasa Haluk Ulusoy'a karşı çıkarıldı derler' gibi komik bir savunma yapmıştı. Oysa koskoca (!) genel müdürlüğe bağlı (özerk olanlar hariç) kırk küsur federasyonda başkanlık belirli kriterlere dayanıyordu. Futbolu, doğru olana uyarlamak bu kadar zor muydu? Değildi elbet. Ama minareyi çalan kılıfını çoktan uydurmuştu.
İstenen Ulusoy'un önünün açılması değil, diğer federasyonların söz konusu yönetmelik değişikliği ile politize edilebilir bir yapıya büründürülmesiydi. Kısacası, sporda kadrolaşma yolunun temizlenmesiydi amaç.
Şunun şurasında birkaç ay kaldı. Bekliyoruz... Yeni federasyon başkanlarından kaçının yükseokul mezunu olduğunu, kaç tanesinin dil bildiğini, hangilerinin iktidara ve yandaşlarına yakın durduğunu ve uluslararası platformda nasıl bir temsil yeteneğine sahip olduğunu hep beraber göreceğiz!